Ana içeriğe atla

Platon ve İdealar Dünyası



“Felsefe, doğruyu bulma yolunda, düşünsel bir çabadır.” Platon

Ruh bir göze benzer, hakikat ve varlık ışığının değdiği şeye dayanınca ruh algılar ve anlar, zekâyla ışıldar. Ama oluşun ve bozulmanın alacakaranlığına dönünce yalnızca sanısı vardır ve gözünü kırparak gider, bir o sanıya bir bu sanıya sahip olur ve zekâsı yokmuş gibi görünür. Bilinene hakikati ve bilene bilme gücünü veren şey, iyi ideasıdır.” Platon


Platon’un ilk dönem eserlerinin Sokrates’in etkisi altında kaleme alındığı gözlemlenmektedir. Bu eserlerin geneline bu sebeple Sokratik Diyaloğlar denir. Bu eserlerin genel amacı erdemi, iyiyi, güzeli ortaya çıkarmak ve erdemin genel itibari ile değişmez olan özünü ortaya koymaktır.
Platon’un Sokrates sonrası düşüncelerindeki bazı değişiklerin olmasının temel sebebinin, Pisagorcular ile tanışması olduğu genel bir kanaattir. Ancak Platon, Sokrates’in açtığı o yolu daha farklı bir yola dönüştürerek felsefe ırmağında yeni bir kanal açmıştır. Bertrand Russell, Platon felsefesinde Pisagor etkisini şöyle ifade eder: Pisagorculukla aynı zihin ve mistisizim kaynaşması vardır; ama bu en yüksek noktada, mistisizm üstünlüğü ele geçirir.
Platon idea fikrini ilk olarak Phadion’da kullanır. Orada sözü edilen idealar; güzellik, iyilik, adalet gibi ahlâkî kavramlar ile ilişkisidir. Ancak idea ve eidos kavramlarını ilk olarak kullanması, Euthyphron’da dindarlığı tanımlarken olur. Buradan anlaşılacağı üzere Sokrates’in “erdem ve erdemin özü nedir?” sorularına Platon idealar ile cevap verir. Önceleri her ne kadar idea tanımını erdem üzerine inşa etmiş olsa da daha sonra doğal ve sıradan nesnelerin dâhi ideası olduğunu söylemektedir. Kratylos’ta evrende görülür/duyulur bütün şeylerin bir ideası olduğu kanaatine varır. Buradan yola çıkılarak düşünüldüğünde Platon’un varlık anlayışı; bütün görülür/duyulur şeylerin, duyulur dünyanın ötesinde ondan bağımsız bir gerçeklikle ilişkili olduğuna dayanır. Bu gerçeklik, düşünülür karakterdeki idealardır. İdeaların duyu organlarımızla ilgili olmadığı, onların sadece düşünülür dünya ile ilgili olduğu önemlidir. Platon görülen ve duyulan alan ile düşünülen alanı tamamen birbirinden ayırır.
Platon ideaları düşünülür bir alan olarak söylese bile bazı eserlerinde ideaların göğün üzerinde olduğunu ifade etmektedir. Bu yer bildirme durumunun tamamen metaforik olduğu söylenebilir. Fakat bu metaforik durumu yorumlayan “Modern Platoncular” bir – İdealar Âleminden- söz ederler. Çok sayıda bireyin ortak bir adı varsa, ortak bir ideası veya formu da vardır. Örneğin, çok sayıda yatak olmasına rağmen, bir yatağın tek bir ideası veya formu vardır. Nasıl ki bir yatağın aynadaki yansıması gerçek değil yalnızca görüntüyse, değişik tikel yataklar da gerçekdışıdır; tek gerçek yatak olan ve Tanrı tarafından yapılan “idea’nın yalnızca kopyasıdır”. Tanrı tarafından yapılan bu tek yatağın bilgisi olabilir; ama marangozların yaptığı çok sayıda yatağa ilişkin yalnızca sanı olabilir.
Bir şeyin idesi kendisinden her zaman daha mükemmeldir. Örneğin bir ağacın idesi o ağaçtan her zaman daha mükemmeldir. Platon’a göre idelerin bu mükemmelliği ve ideler arasındaki farklar “İdeler Kozmos’unu” oluştururlar. Bu ide sistemi üçgen şeklindedir. En üst kısmında Varlık idesi bulunur. Düzeni olan bir şey kaos halinde olan bir şeyden her zaman daha iyidir, düzenin olduğu her yerde iyilik vardır. Bu yüzden ideler evreni iyinin ve güzelin evrenidir, bu evrenin en üst kısmında bulunan varlık idesinin de içinde en yüksek şekilde iyilik olduğu için bu evrenin en üstündedir. Bu evren kaskatı ve cansız değildir aksine canlı ve hareketli bir evrendir.
Platon, Timaios diyaloğunda maddenin bir hiç olduğunu ve ona var olandan çok var olmayan demenin daha doğru olduğunu yazar. Madde dediği şey aslında uzaydır ve burada şunu anlatmaya çalışır: Güneş nasıl ışıklarını uzaya gönderiyorsa, ideler de etkilerini uzaya gönderir ve madde buna göre şekillenir.
Platon evrene yaratan Tanrı’ya “Demiurg” adını verir. Bir marangozun ağaçlara göre yapacağı eşyayı seçmesi gibi onun da varlıklarını idelerine göre yarattığından söz eder. Platon iki evrenden söz eder; ilk evreni mükemmel ve sonsuz olan ideler evreni, ikinci evreni ise bir sonu olan eşyalar/maddeler evreni olarak ifade eder. İdeler ve eşyalar evreni arasındaki ilişkiyi ise bir şeyin gölgesi ile olan ilişkiye benzetir. Platon bunu mağara örneği ile açıklar: İnsanlar bir mağarada oturan ve arkaları mağaranın kapısına dönük olan tutuklulara benzer. Bunlar ancak önlerindeki duvarı görebilirler, arkalarında ne olduğundan habersizdirler. Mağaranın kapısında güneş vardır ve birçok işle uğraşan insanlar vardır ve mağaranın kapısından geçerler. Bu insanların her birinin gölgesi mağaranın duvarına yansır bu tutuklular ancak duvara yansıyan gölgeleri görebilirler. İnsanın içinde bulunduğu durumda bundan farksız değildir. İnsanın veya insan ruhunun ideler ve eşya evreni arasında bir yerde olduğunu belirtir.
Platon aynı zamanda, “doğuştan bilgi var mıdır?” sorusunu kendisine konu edinen ilk filozoftur. Şayet bu tür bilgimiz olmasaydı bilgimiz de olmazdı yaklaşımını ortaya koyar ancak bu söz ettiğimiz bilgi problemi günümüze değin devam etmektedir. İnsan doğarken en azından bazı idelerini dünyaya getirmek durumundadır. Uyku denilen şeyin insanın hep bilgisinde olmasının temel sebebi budur. Bilgi; insanın sahip olduğu bir olanaktan yararlanması, yani bir zamanlar seyrettiği idelerin kendisinde yeniden uyanması, hatırlanmasıdır. İnsanda doğuştan bilgi vardır ancak bu bilgi ilk önce bilinçdışı olarak gelişmiş olsa dahi sonrasında bilince çıkabilir. Platon burada ruhun daha öncesinde var olduğunu ifade etmek istemektedir, biz bazı ideleri hatırlayabiliyorsak demek ki önceki yaşamımızda bunlar bize öğretilmiştir. Ruh ideler evreninde yaşamış ve görmüş olmalıdır. Bu dünyada bir beden içinde yaşayan ruh ideler evreninde serbest olarak dolaşabiliyordu ve asıl gerçekleri orada görebiliyordu. Bu yüzden ruh, beden zindanından kurtulup tekrar öz haline dönmek için bir hasret içindedir.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

İlimlerin Sayımı (İhsâu’l –Ulûm)

Gerçi mantık ilmi kurulmadan önce de doğru ve mantıklı düşünme vardı. İnsan, gramer bilmeden konuşmayı bildiği gibi mantık ilmini bilmeden de mantıklı ve doğru düşünebilir. Fakat Aristoteles’ten önce, doğru düşünmenin herkes tarafından kabul edilen genel kuralları yoktu. Eski Yunan’da Sokrat ve Sofistler (Sokrat’tan evvelki filozoflar), ispat yerine münakaşa ve ikna sanatını kullanırlardı.                                                                                                            Nurettin Topçu-Mantık Farabi İslam düşünce tarihi açısından birçok noktada yön veren bir âlimdir. Uğraştığı ilimler ne kadar önemli ise ilimleri nasıl anladığı ve onları nasıl tasnif ettiğinin önemi o kadar büyüktür. Bu çalışmada Farabi’nin ilimlerin tasnifini nasıl yaptığını ortaya koymaya çalışacağız. Farabi’nin bu çalışması doğulu alimler tarafından dikkate alınmış olsa dahi gerçek etkisini Endülüs topraklarında göstermektedir, bunun etkilerini Said bin Ahmed El-Endülüs, El Kıfti,

İsmet Özel ve Medeniyet!

İsmet Özel ve Medeniyet! Anadolu Gençlik Dergisi, Eylül 2017 Türkiye’de fikir ve düşünceleri ile insanlara yön veren İsmet Özel’in “Medeniyet” kavramı ile ilgili düşüncelerini ele alacağız. Her şeyden önce onun kavramı nasıl kullandığına ve medeniyete nasıl tanımladığına bakmak gerekmektedir. Medeniyet tanımını şu şekilde ifade eder; Medeniyet Türkçeye XIX. yüzyılın ikinci yarısında girmiş, Arapça m,d,n kökünden türemiş bir kelimedir. Bilindiği gibi aynı kökten türemiş olan Medine, şehir anlamına gelmekte, medeni, medineli, şehirli anlamını vermektedir. Bugün bizim Medine-i Münevvere olarak bildiğimiz şehrin asıl adı Yesrip’tir. Medeniyet kelimesine gerek günümüzde gerekse geçirdiği evrim boyunca çok az kimse tarafından etimolojik köküne bağlı olarak, bir anlam verilmemiştir.(İ.Özel,ÜZM, 2016,s.244) İşte bu tanımdan dolayı Gordon Childe’nin medeniyeti şehirlerin gelişmesi ile ortaya çıkan bir gelişme seviyesi olarak kabul etmesini İ. Özel’de kabul eder. Marquis de Mirabeau’