TABİAT BİZDENDİR
Genç İstikbal Dergisi, Ağustos 2017
Söze
“tabiat ve insan” diye başlayan cümleler batılı anlayışlar çerçevesinde
gelişmiştir. Batı düşüncesi ve onun varlığı düalist bir yaklaşımla ele alan
anlayışı, insanı tabiattan ayrı görmekle insanı tabiatın hâkimi olan-olabilen
bir varlık olarak resmetmiştir. Hâlbuki insan ve tabiatı
birbirinden ayıramayız. İnsan da bitkiler, hayvanlar ve diğer mahlûkat gibi
tabiatın bir parçasıdır. Ne var ki insan her çağda tabiatı elinde tutmak
istemiştir ve Rönesans’tan sonra bilhassa batı insanı, tabiatı eline aldığı
fikrine kapılmıştır. Hâlbuki Allah tabiatı, insan ve diğer canlılara sunmuştur.
Batı
insanı bilim üzerine kafa yormaya başlayınca, tabiat üzerine de farklı yorumlar
getirmiştir. Burada Descartes’in düşünme metodunu ortaya koymamız farklı
yorumları anlamak adına yerinde olacaktır. Descartes, ruh ve madde ayrımının
uzantısı olarak, birbirinden ayrı iki bağımsız alanın varlığını kabul ediyordu.
Descartes bunlardan birini; bilen, bilme işini yapan zihin (res cogitans) ötekini
ise; bilinen, bilmeye konu olan madde âlemi (res extensa) olarak tanımladı.
Bundan sonra Kartezyen düalizm ortaya çıkışından sonra bilim adamlarına, kendi
dışındaki her şeyi ölü sayma, onlar üzerinde deney yapabilme ruhsatı verildiği
düşünülmüştür. Hal böyle olunca bu işin bir tarafında bilen olarak insan, bir
diğer tarafında ise bilinen sıfatıyla tabiat yer aldı. Bundan dolayı insana
tabiat üzerinde bir sonsuz bir irade verildiğini düşünüldü.
Bundan
dolayı; “Batının tabiatı ve insanı, birbirinden bağımsız varlık sahası olarak
niteleyen ve bu sebeple insanın gücü karşısında tabiatı küçümseyen Batı, sanki
tabiatın insana sunduğu imkânlardan istifade etmiyormuşçasına onu küçümsedi.” Tabiatı
ilk başta küçümseyen batı uygarlığı, onu küçük bir çocuk haline dönüştürüp
kendini de onun ebeveyni olarak nitelerken şimdi bütün insanlığa karşı tabiat
ve doğa savunucuymuş gibi davranmaktadır. Bu noktada şu örneği vermenin yerinde
olacağı kanaatindeyiz; ormanları talan eden, hayvanları ise ticari bir araç
olarak gören batı insanı. Hem hayvan hakları savunuculuğu yapıp hem de Avrupa
ülkelerinde kürk manto satışlarının günden güne artması gerçekten ironik bir
durumdur.
Tabiatla savaş içinde olmayı esas saymış bir
topluluk, bunları söylese de, sözde doğa savunuculuğu rollerine bürünse de
bizce samimi olmayacaktır. Tabiatı yıkanlar onu korumak, onarmakla yeniden
yumuşak bir çevreyi ellerine geçirmek istiyorlar. Bu onarmayı, düzeltmeyi de
yine kendi tahrif eden mantıkları ile yapmak istiyorlar.
Batı’nın
tabiatı korumak noktasındaki önerileri geç kalmıştır. Çünkü bu önerileri
gerektiren yıkımı bizzat kendileri yüzyıllardır büyük bir hırsla
sürdürmektedirler. Tabiatı koruma düşünceleri ancak kendi insanlarına karşı
yapılmış bir göz boyamadır. Batı uygarlığının tabiatı koruma çığlıkları tıpkı
Kızılderili halklarının haklarını savunma ölçüsünde ciddidir.
Batı
medeniyeti en başında, tabiatla ilişki kurmayı düşmanca bir tavırla
geliştirmiştir. Şimdi ise onu hor gören, küçümser bir tavır içerisindedir.
Tabiat insanın bakımına muhtaç hale gelmiş ve onun tek koruyucu ve onarıcı
yapının insan olduğunu düşünmektedir. Örnek verecek olursak, Sanayi devrimi ile
dünya tabiatını ve iklimi tahrif eden, dünya üzerindeki her şeyi para ve güç
uğrunda harcayan Batılılar. Bugün kalkıp tabiat savunuculuğu noktasında atağa
kalkmaları gerçekten komik bir durumdur.
Yorumlar
Yorum Gönder