Ana içeriğe atla

ÜÇLÜ KRİZ: İKLİM, ENERJİ, GIDA


ÜÇLÜ KRİZ:  İKLİM, ENERJİ, GIDA

Anadolu Gençlik Dergisi, Ağustos 2017

Fosil yakıt çağının başlamasından 200 yıl sonra, karbondioksit emülsiyonları, küresel ısınmaya yol açan ve iklim krizine doğru evirilen bir kriz oluşturdu. Gerçekleşmesi muhtemel olan 3° ila 5° C arasındaki ısı artışıyla, kutup ve dağlardaki buzullar eriyecek. Bununla birlikte seller, kasırgalar ve kuraklık artacak. Bunların oluşturduğu ortamda iklimler değişecek ve yaşam biçimimizi çok ciddi anlamda etkileyecek.
M. King Hubbert’ın ortaya attığı “ Tavan Petrol” teorisi, dünyada petrol üretiminin ulaşacağı en son noktayı ifade ediyor. Bu noktadan sonra dünyada petrol üretimi azalacak, buna bağlı olarak fiyatlar artacak. Yani Hubbert’ın deyimiyle “Eğlence sona erecek”.
İklim kargaşası ve petrol krizi üçüncü bir krize yol açtı, gıda krizi. Gıda krizi; tarımın endüstriyel ve küresel hale gelmesinin bir sonucudur. Şimdiye kadar 30 ülkede gıda ayaklanması çıktı.Bu durum üzerine BM 2008 yılının Haziran ayında, iklim ve gıda  krizini tartışmak için toplandı. Ancak tam da beklendiği üzere beklenildiği üzere, bu iki krizin müsebbibi olan şirketler, tedavi olarak hastalığın kendisini önermeyi denediler. Daha fazla fosil yakıt/tarımda sanayileşme, daha çok kimyasal gübre, kimyasalların yoğun kullanımını denetlemek için daha çok genetiği değiştirilmiş hibrit tohum önerisinde bulunuldu.
Gıda krizi daha büyük bir krizi yansıtıyor. Sanayileşme ile tek kullanımlık insanların oluşması ve bu tek kullanımlık insanların oluşması şiddeti, sosyal ve siyasi iktidarsızlığa yol açıyor. Bu tek kullanımlık kitle insan enerjisi yerine, fosil yakıtların yoğun olarak kullanılması, buna bağlı olarak kırsal geçim biçiminin yok edilmesi ile milyonlarca insanın gıdasız bırakılması. Toprağın insansız, insanın topraksız kalması demektir.
Daha önceki dönemlerde savaşlar, doğal afetler, sömürgecilik gibi durumlarda insanların perişan edildiğine şahit olmuştuk. Ancak bir grup insanın bütün insanlığı tehlikeye atması, henüz görülmüş bir durum değil. Bugün üçlü bir krizle karşı karşıyayız.
İklim: Küresel ısınma canlı varlığını tehdit ediyor.
Enerji: Yakın bir dönem içerisinde, petrol üretimi en üst seviyeye ulaşması ile yeni bir döneme girilecektir.
Gıda: Yukarıda söz edilen iki kriz ile birlikte, küreselleşme insanların gıdaya erişimini engelliyor.
Bu krizler içerisinde ise en büyük tehdidi gıda krizi oluşturuyor;
1-Uzun vadeli olan Tarımın endüstrileşmesi ve sanayileşmeyle, tarım ile uğraşan ailelerin topraktan koparılması.
2- Kısa vadede ortaya çıkan sorun ise; tarımın küreselleşmesi ile serbest ticarete tabi tutulması ile gıda güvenliğine etkileri.
Belirtmekte olduğumuz gıda krizi, gıdaya erişim hakkı çiğnenen, açlığa ve kötü beslenmeye terk edilen 1 milyar insana, 1 milyar daha ekleyecek. Dolayısı ile tekrar tarıma ve üretime yönelmeliyiz. Şuan dünyada var olan ekonomik sistem ve küreselleşme modeli yoksulları temel gıda, toprak ve geçim kaynağı haklarından yoksun bıraktığı için, insanların yaşama hakkını tehlikeye düşüren ihlal edici bir yoldur. İnsan enerjisi ve diğer enerji kaynakları ile yaşanabilir bir dünya oluşturabiliriz. İklim krizi, gıda krizi hayatlarımızı tehdit etmektedir. Bunları geçiştirmenin yolu ise fosil yakıtların ötesinde, bir tarım ve üretim faaliyetleri ile aşılabilecektir. Sanayileşmenin iklim yapısına ve tarıma verdiği zarar ortadadır.  Uluslararası iklim değişikliği paneli (IPCC) insan etkinliğinin 1750’den beri dünya iklimi üzerindeki etkisini kabul etti. Bu noktada atılacak adım ise enerji kaynaklarının tamamının ortadan kaldırılmasının mümkün olmadığının farkındayız, en azından tarım üretimini sistemli bir şekilde devlet politikası haline getirmemiz gerekmektedir. Bu sistemin en önemli saç ayağını da “Bağımsız Tohum” üretimi ile gerçekleştirebilir. Bağımsız tohumdan kastımız, genetiği değiştirilmemiş, hibrit yapılmamış, ithal edilmemiş ve kendi üretimimiz olan tohumdur.
İklim değişikliğini, gıda krizini ve tohumu tekelleştirmeye çalışanlar ne yazık ki yoksulların son lokmasına ve kalan bir avuç toprağından etmek için çalışıyorlar ve ekonomik uçurumları daha da büyütmeye çalışıyorlar. Tohumu, gübreyi, tarım ilaçlarını tekelleştirerek kimse üretmesin diye mücadele veriyorlar.
Bunlarla birlikte biliyorlar ki, Hubbert’ın yukarıda ifade ettiğimiz “Tavan Petrol” teorisi gerçekleşecek. Bu yüzden attıkları adımlar çok net olarak gözlerimize çarpıyor. Tohumu tekelleştirmek istiyorlar ki ileride, petrol krizi ortaya çıkınca bu seferde insanları gıda ile tehdit edebilsinler. Tohum demek üretim demektir, tohumu kontrol altına alarak başka devletlerinin üretimini de kontrol altında tutmak istiyorlar. Bundan dolayı; şuan genetiği değiştirilmiş hibrit tohumlarla, tek kullanımlık tohum üretimi ile tohumun devamlılığını engelliyorlar. Acil olarak atmamız gereken adım yerli tohum üretimine ağırlık verilmesidir. Biz buna “Bağımsız Tohum” diyoruz.


Önümüzde iki seçenek var. Herkes için yaşanabilir, tatminkâr ve saygın üretimin olduğu adil bir dünya. Ya da Pazar merkezli, süper güç adı verilen devletlerin her şeyi tekelleştirdiği, gıdayı dahi insanlardan esirgeyen ve yoksullar için krizin daha büyüdüğü. Onlar için yaşamın daha ağırlaştığı ama ayrıcalıklı kesimlerin refah içinde yaşadığı bir dünya. Tercih bizlerin.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

İlimlerin Sayımı (İhsâu’l –Ulûm)

Gerçi mantık ilmi kurulmadan önce de doğru ve mantıklı düşünme vardı. İnsan, gramer bilmeden konuşmayı bildiği gibi mantık ilmini bilmeden de mantıklı ve doğru düşünebilir. Fakat Aristoteles’ten önce, doğru düşünmenin herkes tarafından kabul edilen genel kuralları yoktu. Eski Yunan’da Sokrat ve Sofistler (Sokrat’tan evvelki filozoflar), ispat yerine münakaşa ve ikna sanatını kullanırlardı.                                                                                                            Nurettin Topçu-Mantık Farabi İslam düşünce tarihi açısından birçok noktada yön veren bir âlimdir. Uğraştığı ilimler ne kadar önemli ise ilimleri nasıl anladığı ve onları nasıl tasnif ettiğinin önemi o kadar büyüktür. Bu çalışmada Farabi’nin ilimlerin tasnifini nasıl yaptığını ortaya koymaya çalışacağız. Farabi’nin bu çalışması doğulu alimler tarafından dikkate alınmış olsa dahi gerçek etkisini Endülüs topraklarında göstermektedir, bunun etkilerini Said bin Ahmed El-Endülüs, El Kıfti,

Platon ve İdealar Dünyası

“Felsefe, doğruyu bulma yolunda, düşünsel bir çabadır.” Platon “ Ruh bir göze benzer, hakikat ve varlık ışığının değdiği şeye dayanınca ruh algılar ve anlar, zekâyla ışıldar. Ama oluşun ve bozulmanın alacakaranlığına dönünce yalnızca sanısı vardır ve gözünü kırparak gider, bir o sanıya bir bu sanıya sahip olur ve zekâsı yokmuş gibi görünür. Bilinene hakikati ve bilene bilme gücünü veren şey, iyi ideasıdır.” Platon Platon’un ilk dönem eserlerinin Sokrates’in etkisi altında kaleme alındığı gözlemlenmektedir. Bu eserlerin geneline bu sebeple Sokratik Diyaloğlar denir. Bu eserlerin genel amacı erdemi, iyiyi, güzeli ortaya çıkarmak ve erdemin genel itibari ile değişmez olan özünü ortaya koymaktır. Platon’un Sokrates sonrası düşüncelerindeki bazı değişiklerin olmasının temel sebebinin, Pisagorcular ile tanışması olduğu genel bir kanaattir. Ancak Platon, Sokrates’in açtığı o yolu daha farklı bir yola dönüştürerek felsefe ırmağında yeni bir kanal açmıştır. Bertrand Russell, P

İsmet Özel ve Medeniyet!

İsmet Özel ve Medeniyet! Anadolu Gençlik Dergisi, Eylül 2017 Türkiye’de fikir ve düşünceleri ile insanlara yön veren İsmet Özel’in “Medeniyet” kavramı ile ilgili düşüncelerini ele alacağız. Her şeyden önce onun kavramı nasıl kullandığına ve medeniyete nasıl tanımladığına bakmak gerekmektedir. Medeniyet tanımını şu şekilde ifade eder; Medeniyet Türkçeye XIX. yüzyılın ikinci yarısında girmiş, Arapça m,d,n kökünden türemiş bir kelimedir. Bilindiği gibi aynı kökten türemiş olan Medine, şehir anlamına gelmekte, medeni, medineli, şehirli anlamını vermektedir. Bugün bizim Medine-i Münevvere olarak bildiğimiz şehrin asıl adı Yesrip’tir. Medeniyet kelimesine gerek günümüzde gerekse geçirdiği evrim boyunca çok az kimse tarafından etimolojik köküne bağlı olarak, bir anlam verilmemiştir.(İ.Özel,ÜZM, 2016,s.244) İşte bu tanımdan dolayı Gordon Childe’nin medeniyeti şehirlerin gelişmesi ile ortaya çıkan bir gelişme seviyesi olarak kabul etmesini İ. Özel’de kabul eder. Marquis de Mirabeau’