Ana içeriğe atla

Sosyal Bilimlerin Değişimi

Tüm insanlar doğaları gereği, birbirleriyle ve manevi güçlerle olan ilişkileri, yarattıkları ve içinde yaşadıkları toplum yapılarını merak etmişlerdir. Bu mesele ilk çağlardan beri bu şekilde süregelmiştir. Sosyal bilimler tam da bu noktada ortaya çıkmış ve modern dünyayı sistemli bir şekilde incelemeye almıştır, bu sebepten dolayı Sosyal bilimler modern dünyaya ait bir girişim olarak nitelendirilebilir. Sosyal bilimlerin kökleri ne kadar eskilere uzansa da, aslolan 16. yy.’dan günümüze sistemli şekilde bilgi üretme mücadelesine dayanmasıdır. Diğer bir deyişle, 16. yy geçmişten gelen eserlerin düzenlenmesi ve bu eserleri sistemleştirmeye girişilmesi asrıdır.
Sosyal bilimlerin nasıl sistemleştiğine geçmeden “Klasik Bilim” görüşünü ortaya çıkaran iki görüşe dikkat çekmek istemekteyiz:
      1-     Geçmiş ve gelecek arasında bir sistemi öngören Newton’un görüşü(…), ki bu teolojik bir görüştür.
     2-    Varsayım; doğayla insanlar, madde ile akıl, fiziksel dünya ile sosyal/manevi dünya arasındaki köklü ayrımların bulunduğu varsayım Kartezyen düalizm’dir. [1]
Birinci görüş; Newton modelidir, bu yüzden fiziği önceler ve teolojik bir görüştür. İkinci görüş hakkında ise, Alexandre Koyre şöyle ifade eder: Yeni kozmoloji’nin sonsuz Evren’i. Zaman ve uzam anlamında sonsuzdur ve sanki sonsuz maddenin içinde, sonsuz ve zorunlu yasalara uygun olarak sonsuza dek amaçsız olarak dolandığı bu sonsuz mekânı İlahi Güç’ün ontolojik bütün özelliklerini devralmıştır. Yine de Evren’in devraldığı özellikler, Tanrı’nın giderken yanında götürdüklerinin dışında kalan özelliklerdir.[2]
Koyre’nin görüşlerinde “Tanrı’nın giderken yanında götürdüğü özellikler” imgesi dikkat çekmektedir. Hristiyan dünyanın ahlak görüşünü temsil eden sevgi, alçak gönüllük, yardım severlik gibi değerlerdir. Aynı zamanda buradaki “Dünya” ile yerküre değil kâinat ima edilmekte ve kâinatın sınırlı olduğu kastedilmektedir. Bu sınırlılık ifadesi ise Batı’nın ilerlemecilik anlayışıyla birlikte sömürgeciliğinin de önünün açılmasına işaret eder. Sınırlı kâinat ve dünya fikri ortaya çıkınca Batılı bilim adamları dünyayı, evrenin her yerini bulmak için bir basamak olarak görmüşlerdir.
Batı bu çıkarımları yaparken, bilim üzerinde de bir ayrıma gidemeyerek, bilimi ve felsefeyi bir ayrım yapmadan birbirinin içine hapsetmiştir. Sosyal bilimler; doğa bilimleri olarak görülmüştür. Bu duruma sebep olarak görülen genel kanı ise, üniversitelerin kilise ile çok içli dışlı olması olarak görülmektedir ve hatta bu durum, üniversiteler nezdinde, yeni akademik/fikir çalışmalarının ortaya çıkmaması anlamı taşımıştır. Hâl böyle olunca 18. ve 19. yy. sosyal bilimler için bir dönüm noktası teşkil etmiştir. Batı bu yeni duruşunu ortaya koyarken hem Felsefeyi hem de üniversiteleri canlı ve diri tutmuş ancak bu durum bir yandan da Hıristiyanlığı Protestanlaştırmıştır. Teoloji fakülteleri ya kapatılmış ya da yerine Felsefe Fakülteleri açılmış; her alana Rasyonalist bir bakış açısı getirilmiştir.
19 yy. itibari ile artık doğa bilimleri ile anılmayı bırakıp üniversitelerde sosyal bilimler kendi yerini aldı. Tarihçiler, dilciler ve edebiyat uzmanları akademilerde söz sahibi olmaya başladı. Fransız İhtilali sonrası, sosyal bilimlere yön vermek amacıyla, Newton fiziği modeli terk edilerek, Britanya ve Fransa taklit edilecek model oldu ve Auguste Comte’nin Bilim-Felsefe ayrışması yeni bir model olarak kabul edildi. Ancak şunu da ifade etmemiz gerekmektedir ki bu ayrışma doğrudan doğruya felsefî kaygılardan değil; daha çok Aristoteles felsefesinin dışlanmasından kaynaklanmıştır.
Bu durum yeni bir tartışma ortaya çıkarmıştır. Bu tartışmalar sonucunda fizik her alanda doruğa yerleştirilmiş, felsefe ise önemini yitirerek üniversitelerde daha az yer kaplamıştır. Buna, bilimin gerçekliği araması ancak felsefenin sadece düşünme ve düşünce üzerine yazması sebep olarak ileri sürülmüştür. Buradaki durum İslam Felsefesi tarihi açısından Meşşailer ve İmam Gazali arasında geçen durumu anımsatmaktadır.
İşte sosyal bilimlerin günümüzdeki tam olarak billurlaşan anlayışı 1850-1914 yılları arasında gerçekleşmiştir.
1945 sonrası sosyal bilimleri etkileyen üç gelişme yaşanmıştır:
1-     Soğuk savaş sonrasında Avrupa dışındaki hakların, yeniden tarih sahnesine çıkması.
2-   1945 sonrası dünyada oluşan nüfus ve üretim artışı.
3-    Artan nüfus ile ilintili olarak üniversite sistemlerinin dünyanın dört bir yanına yayılması.
Bu zenginleşmenin sonucunda ise ABD’nin ekonomik ve ezici bir güç olması ile sosyal bilimler inceleme alanını kendine devşirmiştir. Sosyal bilimcilerin tavrı da bu yöne doğru eksen kayması yaşamıştır.
Sosyal bilimlerin kurumsal yapılanmasını tamamlayamadığı yerlerde ise ABD’li bilim adamları ve kurumları devreye girerek, kendi sosyal bilimlerinin başka ülkelerde alan bulmasını ve yerleşmesini sağlamışlardır. Bundan dolayı dünya üzerinde sosyal bilim araştırması yapan üniversite ve enstitüler ABD eksenli bir yapıya bürünmüşlerdir. Ve sonuç olarak, bu durum dünyada üniversite ve akademilerde sosyal bilimler mantığını, ABD çerçevesi ile oluşmasına sebep olmuştur.
*Yazıda, Sosyal Bilimleri açın, Gulbenkian Komisyonu kitabından yararlanılmıştır.






[1]Sosyal Bil.A, Gulbenkian Komisyonu, Metis yayınları, 2016, syf. 15
[2] Sosyal Bil.A, Gulbenkian Komisyonu, Metis yayınları, 2016, syf. 13

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

İlimlerin Sayımı (İhsâu’l –Ulûm)

Gerçi mantık ilmi kurulmadan önce de doğru ve mantıklı düşünme vardı. İnsan, gramer bilmeden konuşmayı bildiği gibi mantık ilmini bilmeden de mantıklı ve doğru düşünebilir. Fakat Aristoteles’ten önce, doğru düşünmenin herkes tarafından kabul edilen genel kuralları yoktu. Eski Yunan’da Sokrat ve Sofistler (Sokrat’tan evvelki filozoflar), ispat yerine münakaşa ve ikna sanatını kullanırlardı.                                                                                                            Nurettin Topçu-Mantık Farabi İslam düşünce tarihi açısından birçok noktada yön veren bir âlimdir. Uğraştığı ilimler ne kadar önemli ise ilimleri nasıl anladığı ve onları nasıl tasnif ettiğinin önemi o kadar büyüktür. Bu çalışmada Farabi’nin ilimlerin tasnifini nasıl yaptığını ortaya koymaya çalışacağız. Farabi’nin bu çalışması doğulu alimler tarafından dikkate alınmış olsa dahi gerçek etkisini Endülüs topraklarında göstermektedir, bunun etkilerini Said bin Ahmed El-Endülüs, El Kıfti,

Platon ve İdealar Dünyası

“Felsefe, doğruyu bulma yolunda, düşünsel bir çabadır.” Platon “ Ruh bir göze benzer, hakikat ve varlık ışığının değdiği şeye dayanınca ruh algılar ve anlar, zekâyla ışıldar. Ama oluşun ve bozulmanın alacakaranlığına dönünce yalnızca sanısı vardır ve gözünü kırparak gider, bir o sanıya bir bu sanıya sahip olur ve zekâsı yokmuş gibi görünür. Bilinene hakikati ve bilene bilme gücünü veren şey, iyi ideasıdır.” Platon Platon’un ilk dönem eserlerinin Sokrates’in etkisi altında kaleme alındığı gözlemlenmektedir. Bu eserlerin geneline bu sebeple Sokratik Diyaloğlar denir. Bu eserlerin genel amacı erdemi, iyiyi, güzeli ortaya çıkarmak ve erdemin genel itibari ile değişmez olan özünü ortaya koymaktır. Platon’un Sokrates sonrası düşüncelerindeki bazı değişiklerin olmasının temel sebebinin, Pisagorcular ile tanışması olduğu genel bir kanaattir. Ancak Platon, Sokrates’in açtığı o yolu daha farklı bir yola dönüştürerek felsefe ırmağında yeni bir kanal açmıştır. Bertrand Russell, P

İsmet Özel ve Medeniyet!

İsmet Özel ve Medeniyet! Anadolu Gençlik Dergisi, Eylül 2017 Türkiye’de fikir ve düşünceleri ile insanlara yön veren İsmet Özel’in “Medeniyet” kavramı ile ilgili düşüncelerini ele alacağız. Her şeyden önce onun kavramı nasıl kullandığına ve medeniyete nasıl tanımladığına bakmak gerekmektedir. Medeniyet tanımını şu şekilde ifade eder; Medeniyet Türkçeye XIX. yüzyılın ikinci yarısında girmiş, Arapça m,d,n kökünden türemiş bir kelimedir. Bilindiği gibi aynı kökten türemiş olan Medine, şehir anlamına gelmekte, medeni, medineli, şehirli anlamını vermektedir. Bugün bizim Medine-i Münevvere olarak bildiğimiz şehrin asıl adı Yesrip’tir. Medeniyet kelimesine gerek günümüzde gerekse geçirdiği evrim boyunca çok az kimse tarafından etimolojik köküne bağlı olarak, bir anlam verilmemiştir.(İ.Özel,ÜZM, 2016,s.244) İşte bu tanımdan dolayı Gordon Childe’nin medeniyeti şehirlerin gelişmesi ile ortaya çıkan bir gelişme seviyesi olarak kabul etmesini İ. Özel’de kabul eder. Marquis de Mirabeau’