Ana içeriğe atla

Felsefenin Özü: Bilgi Felsefesi




 “Bütün insanlar doğal olarak bilmek ister” Aristoteles

Bilgi edinmek insanın yaradılışından gelen en temel özelliklerinden biridir. İster çevresini tanımak için olsun, isterse sadece meraktan olsun, isterse de hasbi(doğal) bir bilme eğilimi olsun. İnsan ister istemez bilgi ile içli-dışlı olmuştur.

Felsefe ilk ortaya çıkışı itibarı ile bilen özne ile değil, bilginin sahibi olan nesne ile ilgilenmiştir. Thales her şeyin kaynağının “su” olduğunu söylerken ilgisini bilgi değil varlık üzerine yöneltmiştir. Varlığı bilmeye çalışan, varlık üzerine düşünen ya da doğanın nasıl sınanabileceğini soruşturma konusu yapan öznenin hangi yetilere dayanarak onu bilmeye çalıştığını kendilerine konu edinmemişlerdir. Bilginin merak konusu olma durumu, Sofistler, Sokrates ve onu takip eden Platon ve Aristoteles gündeme gelmiştir.

Bilgi Felsefesinin konusu (Epistemoloji), sorun olarak ele aldığı temel konu, bilginin imkanı veya imkansızlığı ile ilgili konuları ele almaktadır. Bu yüzden Bilgi felsefesinin ilk sorusu/konusu, -Bilginin mümkün olup, olmadığı- sorusudur. Bu soruya olumlu cevap verenler “dogmatik[1]” filozoflardır. Doğru bilginin mümkün olmadığını ifade edenler ise “Şüpheci/Septik” filozoflardır. Bilgi felsefesinin diğer sorusu ise, bilginin kaynağı sorusudur.

Buradan şu soru ortaya çıkmaktadır, zihin veya akıl tek başına bilgi edinme yeterliliğine sahip midir? Yoksa insan duyular ve kanılarla sadece dışarıdan gelen bilgiye mi sahip olur? Bu nokta da filozofların düşünceleri tamamen bir yelpaze oluşturmaktadır. Kimileri zihni tamamen duyular ve algıya indirgenken, kimileri ise insanın bağımsız düşünme yeteneği olduğunu söyler. Öte yandan insanın ne duyuların ne de aklın doğru bilgiyi veremeyeceğini ancak kesin bilginin var olduğunu iddia eden bir grubun var olduğu da bir gerçektir. Bu grup yani sezgiciler göre sezgi, insanı doğrudan bir seziş ve araçsız bir kavrayışla eşyanın bilgisine vakıf kılan bir yetidir. Bu grubun başlıca temsilcileri Yunan dünyasında Platinos, İslam dünyasında ise Hamid Gazali’dir.

Bilgi de ana kaynak olarak aklı ele alanlara akılcılar(rasyonalistler), bu akımın başlıca öncüleri Platon, İbni Sina, Descartes ve Spinoza’dır. Duyular ve gözlem veya deney üzerinde duranlara ise deneyciler(empiristler), başlıca temsilcileri ise J. Locke, A.Comte, D.Hume’dır.





[1] Bilgi ya da kanıları inanç öğretilerinden çıkaran (kimse ya da düşünme biçimi) – yazıdaki dogma kelimesi körü körüne bağlı anlamında kullanılmıştır.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

İlimlerin Sayımı (İhsâu’l –Ulûm)

Gerçi mantık ilmi kurulmadan önce de doğru ve mantıklı düşünme vardı. İnsan, gramer bilmeden konuşmayı bildiği gibi mantık ilmini bilmeden de mantıklı ve doğru düşünebilir. Fakat Aristoteles’ten önce, doğru düşünmenin herkes tarafından kabul edilen genel kuralları yoktu. Eski Yunan’da Sokrat ve Sofistler (Sokrat’tan evvelki filozoflar), ispat yerine münakaşa ve ikna sanatını kullanırlardı.                                                                                                            Nurettin Topçu-Mantık Farabi İslam düşünce tarihi açısından birçok noktada yön veren bir âlimdir. Uğraştığı ilimler ne kadar önemli ise ilimleri nasıl anladığı ve onları nasıl tasnif ettiğinin önemi o kadar büyüktür. Bu çalışmada Farabi’nin ilimlerin tasnifini nasıl yaptığını ortaya koymaya çalışacağız. Farabi’nin bu çalışması doğulu alimler tarafından dikkate alınmış olsa dahi gerçek etkisini Endülüs topraklarında göstermektedir, bunun etkilerini Said bin Ahmed El-Endülüs, El Kıfti,

Platon ve İdealar Dünyası

“Felsefe, doğruyu bulma yolunda, düşünsel bir çabadır.” Platon “ Ruh bir göze benzer, hakikat ve varlık ışığının değdiği şeye dayanınca ruh algılar ve anlar, zekâyla ışıldar. Ama oluşun ve bozulmanın alacakaranlığına dönünce yalnızca sanısı vardır ve gözünü kırparak gider, bir o sanıya bir bu sanıya sahip olur ve zekâsı yokmuş gibi görünür. Bilinene hakikati ve bilene bilme gücünü veren şey, iyi ideasıdır.” Platon Platon’un ilk dönem eserlerinin Sokrates’in etkisi altında kaleme alındığı gözlemlenmektedir. Bu eserlerin geneline bu sebeple Sokratik Diyaloğlar denir. Bu eserlerin genel amacı erdemi, iyiyi, güzeli ortaya çıkarmak ve erdemin genel itibari ile değişmez olan özünü ortaya koymaktır. Platon’un Sokrates sonrası düşüncelerindeki bazı değişiklerin olmasının temel sebebinin, Pisagorcular ile tanışması olduğu genel bir kanaattir. Ancak Platon, Sokrates’in açtığı o yolu daha farklı bir yola dönüştürerek felsefe ırmağında yeni bir kanal açmıştır. Bertrand Russell, P

İsmet Özel ve Medeniyet!

İsmet Özel ve Medeniyet! Anadolu Gençlik Dergisi, Eylül 2017 Türkiye’de fikir ve düşünceleri ile insanlara yön veren İsmet Özel’in “Medeniyet” kavramı ile ilgili düşüncelerini ele alacağız. Her şeyden önce onun kavramı nasıl kullandığına ve medeniyete nasıl tanımladığına bakmak gerekmektedir. Medeniyet tanımını şu şekilde ifade eder; Medeniyet Türkçeye XIX. yüzyılın ikinci yarısında girmiş, Arapça m,d,n kökünden türemiş bir kelimedir. Bilindiği gibi aynı kökten türemiş olan Medine, şehir anlamına gelmekte, medeni, medineli, şehirli anlamını vermektedir. Bugün bizim Medine-i Münevvere olarak bildiğimiz şehrin asıl adı Yesrip’tir. Medeniyet kelimesine gerek günümüzde gerekse geçirdiği evrim boyunca çok az kimse tarafından etimolojik köküne bağlı olarak, bir anlam verilmemiştir.(İ.Özel,ÜZM, 2016,s.244) İşte bu tanımdan dolayı Gordon Childe’nin medeniyeti şehirlerin gelişmesi ile ortaya çıkan bir gelişme seviyesi olarak kabul etmesini İ. Özel’de kabul eder. Marquis de Mirabeau’