“Kör
ile gören karanlık bir kuyuya düşse, kör adamı seyredenler nazarında mazurdur,
ama gören adam kör gibi mazur değildir.” Aristoteles
İslam düşünce tarihinde
ahlak üzerine yazılmış temel eserler bulunmaktadır. Bu eserlerden olan ve Kınalızade
Ali Paşa’nın kaleme aldığı Ahlâk-ı Alâî[1]
kitabının diğer ahlak kitaplarından ayıran temel özellik, onun diğer kitapları
değerlendirip ahlak anlayışına yeni bir yol kazandırmış olmasıdır. Zikrettiğim
kitapta izlerini görebildiğimiz temel üç eser ve bir yan eser bulumaktadır: İbn
Miskevehey’in Tenzibü’l Ahlak,
Nasireddin Tusi’nin Ahlak-ı Nasıri, Cellaledin
Devani’nin Ahlak-ı Celali’si ana
omurgayı oluşturmaktadır ancak Hamid Gazali’nin İhya’sına da kitabın muteber yerlerinde başvurulmaktadır. Ahlâk-ı Alâî yaşadığımız topraklarda
yazılan son ahlak felsefesi eserlerinden biridir, genel olarak bakıldığında belki
de en kapsamlı ahlak eseri olduğu da söylenilebilir.
Eser klasik ahlak
kitaplarını takip eden üç ana unsurdan oluşmaktadır. Birinci bölümde Ahlak
ilmine değinen yazar; nefis teorisi, huyun tanımı ve mahiyeti, mutluluk,
erdemler, erdemsizlikler vb. incelemektedir. İkinci bölümde ev idaresini ele alır
ve orada da ev ekonomisi, evde uyulması gereken adap vb. konuları inceler.
Üçüncü ve son bölümde ise siyaset felsefesi ve devlet yönetimini konu edinir.
Buradan da anlaşılacağı üzere ahlak ilminin temel sacayakları olarak İslam
filozofları, bu üç temel durum üzerine bir sistem inşa etmektedirler. Günümüz
modern dünyasında oluşan İslamcı gelenekte sanıldığı gibi –ahlak, adab-ı
muaşeret kuralarından ibaret- değildir. Burada değineceğimiz temel öngörü de
bugünkü anlayışın kirlerini ortadan kaldırıp, gerçek bir ahlak anlayışının
nasıl olması gerektiğini ortaya koymak için bir çabadır.
Kınalızade eserine
başlarken felsefenin tanımı ve kısımlarını ele alarak başlar. Felsefenin tanımı
ona göre; dışarıdaki varlıkları insan gücünün el verdiği ölçüde gerçekte olduğu
gibi bilmektir. Felsefeyi de iki kısımda ele alır; pratik (ameli) felsefe:
ahlak ilmi, ev idaresi ve devlet yönetimi ilimlerinin mahiyeti hakkındadır.
Teorik (nazari) felsefe de üç kısımdır bunlar ise; metafizik, matematik ve doğa
ilimleridir. Bu tanımlamayı yapmasının sebebini ise şöyle tanımlamaktadır.
Kısaca insan nefsinin mutluluğu iki şey ile gerçekleşir ve hakiki mutlu bu iki
dereceye ulaşan kimsedir. Birisi doğru bilgi ve sahih inançları elde etmektir. Bu
erdem teorik felsefe ile kazanılır. Diğeri ise güzel huylar ve iyi işler ile
süslenmek ve kötü huylar ve çirkin işlerden uzak durmaktır. Bu hâl pratik
felsefe yapmak ve ilmin gereğini yerine getirmekle kolaylaşır.
Bu tanımları yaptıktan
sonra Kınalızade pratik felsefenin ana konularından biri olan ahlak ilmine
giriş yapar ve ahlak ilminin başlangıcının huy ve melekelerden olduğunu söyler.
Huyun değişip değişmeyeceği ile ilgili diğer İslam ahlak felsefesi kitaplarında
da geçen üç temel görüşten söz eder. Burada birinci görüş huyun değişmesinin
mümkün olmadığıdır. İkinci görüş, huyun iki çeşit olduğu, birinin tabii olduğu
diğerinin ise tabii olmadığıdır, tabii olan huyun değişmez olduğu, tabi olmayan
huyunsa değişebilir olması söz konusudur. Çünkü tabii olmayan huy alışkanlıktır
ve bu da gelip geçicidir. Üçüncü görüş ise huyların değiştirilmesi ve yok
edilmesinin mümkün olacağıdır. Huy tabii ve fıtri değildir, daha doğru bir
ifade ile huy dış sebeplerden doğar ve bunlar gelip geçicidir. Filozoflar ve âlimler
genel manada bu görüşü benimsemişlerdir daha ileride söyleneceği üzere
değişmeyecek şey huy değil melekedir. Diğer bir ifade ile filozofların çoğuna
göre de insan nefsinin ne saf iyilikten ne de saf kötülükten yaratıldığını
söyleyemeyiz. İnsan nefsinin iki tarafa da kabiliyeti vardır ancak başarılı
olur ve güzel huylar edinirse mutlu ve yetkin olur, yok eğer kötü huylar
edinirse mutsuz olur. O halde ahlakın
değiştirilebilir olduğunu tekrar ifade edebiliriz.
İnsan nefisin durumunu
altı madde de açıklar yazar ve bu maddeler üzere bir hat çizerek tarif etmeye
çalışır. Filozoflar düşünen nefs dediklere şeye, İslam literatüründe “ruh”
denir. İnsan nefsi kendinin her daim farkındadır, nefs; cevher ve arazdan
oluşur. Cevher kendini her zaman devam ettirebilir ancak araz devam ettiremez.
Yani “Akıl, akleden ve akledilen birdir” sözü buradaki durumu açıklamaktadır.
Daha iyi anlaşılması için özetlemek gerekirse; düşünen nefs, cisim ve cismanilikten
soyutlanmış olması sebebi ile duyulur değildir. Nefislerin en önemlisi insani
nefstir, insani nefs içinde hayvani ve bitkisel nefisleri de barındırır. Bu üçü,
birleşik dört unsurdan meydana gelir. İnsani nefis bilen ve yapan güçleri
nedeni ile hayvani ve bitkisel nefislerden ayrılır. Bilen güç düşünmek, yapan güç ise insanın
vücut fonksiyonlarını çalıştırabilmek için vardır.
Ahlak ilminin tam
anlamına baktığımızda karşımıza çıkan tanımda ahlak ilminde, kişinin toplumsal
yaşamı ve ev ilişkilerinden ziyade bağımsız olarak ortaya çıkan halleri dikkate
alınmaktadır. Kişinin toplumsal yaşamı ve diğer durumları yukarıda da
belirtildiği üzere kişinin kendi hallerinden sonra gelmektedir. Bundan dolayı
biz burada ahlak ilmini ele alırken kişinin kendisini ele alacağız.
Huy, fiillerin nefisten
fikir ve düşünceye ihtiyaç duymadan çıkmasını sağlar ve bunlar gelip geçicidir.
Meleke ise sabit ve köklü olan duruma denir, bunlar da kalıcıdır. Utanma ve
gülme gibi durumlara hal, cömertlik ve cesaret gibi
durumlara meleke denir. Huy, erdem ve erdemsiz olarak iki kısma ayrılır.
Fiillerin eğitilmiş temel erdemden, teorik güçten dengeli olarak çıkmasına ise
“Hikmet” denir, hikmetin karşıtı tefrikadır. Bir diğer erdem adalettir, bir
diğeri iffettir, bir diğeri ise şecaattir. Temel erdemleri bu şekilde
sayabiliriz. Bu dört erdemin ifrat ve tefrit taraflarına erdemsizlik denir. Bu
erdemlere benzeyen erdemsizlikler vardırsa da bunlar aynı altına benzemeye
çalışan bakır gibidirler, bu erdemsizlikler zamanla anlaşılabilirdir. Bu da ahlakın
öz kuralıdır. Bu yüzden pratik felsefe bilen kişi bunları daha iyi kavrar ve
inceliklerini daha iyi bilir.
Kınalızade Ali Çelebi
Cenab-ı Allah için yapılması gereken ve insani nefsi erdemli kılacak
ibadetlerin neler olduğu ile ilgili bir soru yöneltmektedir ve onu Hâce
Nasir’den aldığı -onun da bir kısmını Aristoteles’ten aldığı- görüşleri ile
açıklar. Aristoteles bu düşüncelerini filozoflardan alıp açıklamıştır ancak
hangisi doğrudur diye bir doğrulama yapmamıştır. Fakat sonraki filozofların[2]
naklettiğine göre Cenabı Hak’a yapılacak hizmet ve ibadet üç çeşittir.
Birincisi bedenle ilgili olup, namaz, oruç, zekât, durma noktalarında vakfe
veya ihram böyledir. İkincisi nefs ile ilgili olup, doğru inançlar, Yüce Hakkı
birlemedir. Üçüncüsü halk ile yapılan alışverişte adalet üzere olmak, emanete
riayet etmek, İslam milletine nasihatte bulunmak, dini korumak ve cihat
etmektir. Tûsî adalet erdeminin diğer erdemlerden farklı olduğunu söyler. Zira
diğer iki erdemin biri diğerinden farklı olan iki ucu da erdemsizliktir ancak
adalet erdeminin, erdemsizliği zulümdür. Kınalızade bu sözün tartışmalı
olduğunu söylerse de biz Tûsî’nin görüşlerini doğru bulduğumuzu söylemek
durumundayız. Zira insan hem kendi nefsinde hem de toplum düzeni içerisinde
adaleti elden bıraktığında inzılama doğru değil zulme doğru bir evrimle
görecektir. Tûsî devam olarak şunları zikreder: “Adalet ihtiyari bir olgudur,
akıl sahibi onu mutlu olmak için tahsil eder”. Ki başta erdemler için
yaptığımız tanımı Tûsî adalet için de kullanmaktadır, çünkü erdemlerin temel
amacı hem bu dünyada hem de ahirette bir mutluluk kaynağıdır.
Erdemleri korumanın
yolu nefsin sıhhatini korumaktan geçer, bu yüzden nefsi korumak en mühim
olanıdır. Bunun yolu da kalbin dışarıdan gelen hastalıklara karşı korunmasını
sağlamaktır. Kınalızade tam bu noktada kötü huylu insanlardan kaçınmayı,
insanlar ile ilişkilere mesafe koymayı, uzleti ve inzivayı tavsiye eder. Nefsin
hastalanmasına neden olan şeyler teorik felsefede cereyan etmezler. Teorik
felsefede cereyan eden şeyler ne kadar güçlü ise insanı diri tutar. Pratik
felsefeye gelince; erdemsizlikler burada ortaya çıkar. İdrak ve temyizde ortaya
çıkan şeye tikel ise hilekârlık, tümel ise buna dehâ denir.
Nefsin tedavisi dört
şekilde yapılır. Birinci yol nefsin kötü huyu terk etmesi ve övülen yolların güçlendirilmesidir.
İkincisi nefste bulunan kötü huylardan dolayı kınanmasıdır. Üçüncüsü bir erdemsizlik nefse sirayet edince
onu zıddı olan erdemsizlikle tedavi etmesi, örneğin cimri ise israf etmesidir.
Dördüncüsü en zor olanıdır, huy olmaktan çıkıp nefiste meleke olan
erdemsizliğin tedavisi ancak adak adamak, nefse ağır gelen ibadetleri yapmak ve
tümel tedavi yöntemleridir. Akil olan bir kimse kendi nefsini bilir ve kendine
en doğru yolu seçer.
[1] Ahlâk-ı
Alâi, K. Ali Çelebi, syf. 45, Fecr Yayınları, 2016
[2] Burada
sadece İslam filozofları kastedilmemektedir ancak onların görüşleri önem arz
etmektedir.
Yorumlar
Yorum Gönder